Yazar:Tanzer Arığ
Danışman: Doç. Ayşe Sibel Kedik
Heykel Ana Sanat Dalı Sanatta Yeterlik Tezi
Tez Özeti: Her dönemin değişen gerçeklik algısıyla birlikte kavramların değişime uğraması, boşluk kavramının da sanat tarihsel süreçte yeniden ele alınmasını gerekli kılarken, boşluğun genel anlamda var olmayana, yokluğa karşılık gelmesi, tanımının da öncelikle karşıtı olan varlık, doluluk, kütle gibi kavramlar üzerinden oluşturulmasına neden olmuştur. Tarihsel süreçte farklı inanç ve kültürlere bağlı olarak değişebilen boşluk kavramının tanımını batıda daha çok mekân, zaman, hareket gibi kavramlar üzerinden temellendirilmişken, doğuda öncelikle yaşamın anlamı üzerine düşünme ve var olanın özündeki gerçekliğe ulaşmak adına evrenin gizinin derin düşünceyle kavranabileceğine dair bir düşünce sistemi üzerinden hareket edilmiştir. İnanç sistemleri ve kültürlere bağlı olarak yaşanan değişimler, sanat tarihsel süreç içerisinde mimari, resim, heykel gibi farklı disiplinler üzerinden yeniden ele alınmak durumunda kalmıştır. Değişen gerçeklik algısıyla birlikte insanın gerçeklikle ilgisi, batıda nesneleri, nesnel varlıkları kendi gerçekliğiyle algılama çabasına dönüşmüş, bunun mimari, resim, heykel disiplinleri üzerindeki yansımaları, özellikle Rönesansla birlikte hız kazanarak, yüzeyden kopmalar, derinlik ve boyut algısı ile gerçeğin daha etkili bir şekilde ortaya konması hedeflenmiştir. 20. Yüzyıla kadar boşluk heykel için onu sarmalayan, kuşatan, bir şey olmanın ötesine geçememiş, ancak 20. yüzyılla birlikte boşluk da kütle kadar önemli bir eleman olarak kullanılmaya başlanmıştır. Gerçekliğin fiziksel algısını da değişime uğratan bu türden bir yaklaşım zamanla doluluk/kütle üzerinden boşluğu değil, boşluk üzerinden doluluğu kurgular hale gelmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren sanatçılar yeni şeyler keşfetmek için daha öncesi hiç denenmemiş çalışmalara girişirken, özellikle Kübizmin öncülüğünde hız kazanan bu hareketlilikle birlikte, artık kütleler parçalanabilmekte ve heykel yalnızca kendisini çevreleyen boşluğu biçimleyen bir şey olmanın dışında, boşluğu da bir elemanı olarak kullanan ve içine dâhil eden yeni bir varoluş kazanmaya başlamıştır. Dolayısıyla, pek çok sanatçı dünyanın görünen kısmıyla yetinmeyip, görünenin ardındaki ile yeni bağlamlar oluşturmaya, mekân, zaman, denge ve uzam gibi birçok kavram üzerinden yeni bir gerçekliği ortaya koymaya çalışmıştır. 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle savaş sonrası yaşanan toplumsal, düşünsel, teknolojik değişimlerle birlikte sanatçıların yeni arayışlara yönelmeleri, her şeyi deneme çabaları sanatın zengin bir çeşitlilik kazanmasına yol açmıştır. Yaşanan çeşitlilikle birlikte, izleyicinin kendisini sanat eserini çevreleyen boşluk ile aynı düzlemde bulması, giderek sanat eseri ile arasındaki sınırların eridiği bir durumla karşı karşıya kalmasına kadar varmıştır. Post dönemle birlikte otoritesini kaybetmeye başlayan nesne zamanla yerini algılanır olanın dışında bir gerçekliğin olup olmadığını sorgulayan yeni bir temsile, doluluk yerine boşluğun, var olan yerine var olmayanın işaret edildiği postmodern döneme bırakır.