Danışman: Doç. Ceren SELMANPAKOĞLU
Yazar: Fazilet AŞCI
ÖZET: Bu araştırma, bilinçli öznenin bir 'ben' olarak varlığını tasdiklemek için sorduğu "Ben kimim?" sorusuna dayanmaktadır. ‘Ben’ ve kimlik kavramları farklı olduğundan öncelikle bu kavramların temel anlamları incelenmiştir. Bu inceleme felsefi ve psikanalitik literatür temel alınarak niteliksel araştırma ile gerçekleştirilmiştir. 'Ben' kavramının felsefî sözlük anlamı incelendiğinde bilinç kavramı öne çıkmaktadır. Bu nedenle ilk bölüm Descartes'ın "Düşünüyorum öyleyse varım" önermesine dayanmaktadır. 'Kuşku duyan bilincin' varlığını doğrulamayı amaçlayan bu önerme, kendini gözlemleyen ve varlığını sorgulayan bilinçten hareketle oluşturulmuştur. Kendisini tanımlamak ve 'olmak' isteyen özne, bu tanımlamayı bazen olumsuzlama yoluyla olanı reddederek, bazen de öteki aracılığıyla olanı kabul ederek yapar. Düşünen ve düşünerek hakikati arayan özne, 'ben'in dinamik yapısına aykırı olarak 'ben'i sabitlemek ve tanımlamak ister. Bilincin varoluş mücadelesi, kendisini hiçlikten kurtarma çabasına sürükler, bu da onu varoluşu tanımlamaya zorlar. Ancak Hegel'in ifade ettiği gibi ne varlık ne de yokluk olan özne, "oluş" hareketi içerisinde zamansallık kazanır. 'Ben'in tanımlanamaz yapısı ve özne için uğrak olması nedeniyle ilk bölüm Ben'in Saklambacı başlığını taşımaktadır. 'Ben' değişkenliği içerdiğinden ve kendilik bu değişkenlik içinde kurulduğundan, bu araştırmanın sanatsal pratiğinde hareket önemli bir rol oynamaktadır. İzleyicinin müdahalesinin de davet edildiği sanat pratiği aracılığıyla 'ben'in yapısı kavramsal ve sanatsal olarak analiz edilmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde kimlik kavramının anlamı ve işlevi araştırılmıştır. Bununla kimliğin bir yansımanın belirlenimi olduğu anlaşılmaktadır. Kimlik, özneleştirilmiş 'ben'i toplumsal bağlamda konumlandırma işlevine sahip olduğundan sabit kalan bir yapıdır. Bu sabitliğin yanı sıra fantazi olması da ona olduğundan daha fazla anlam yüklenmesine neden olur. Ancak kimlik algısı değişen öznenin bu paradokstan kurtulmak için fantaziyle yüzleşmesi ve onu katetmesi gerektiği sonucuna varılır. ii Üçüncü bölümde incelenen, başta Lacan olmak üzere, öncü araştırmalar sonucunda, öznenin hesaplaşmaları kuramsal ve sanatsal olarak gerçekleştirilmiştir. Burada, öznenin kimlik anlatısını oluşturmada aktif rol oynayan 'baba'nın gerçekten ölmüş olmasının ne anlama geldiği ve kimlik kurgusunu nasıl etkilediği analiz edilmiştir. Öznenin özneleşerek toplumsal düzene girmesinde 'baba' çok önemli bir rol oynamaktadır. Eğer 'baba' gerçekten ölmüşse, 'baba'nın varlığı yerini babanın işlevine bırakır ve kimlik 'yasa' tarafından şekillenir, ki bununla da hesaplaşılması gerekir. Özne, gerçek babanın yerini alan yasa ve dayatmaların yanı sıra, imgesel bir 'baba'ya, yani ulaşılması imkansız bir babaya tutunur. İmgesel 'baba', Lacan'ın da dile getirdiği gibi, bir tür Tanrı prototipidir. Özne, kayıp 'baba' üzerinden neden ulaşılması imkansız imgesel bir 'baba' yarattığıyla yüzleştiğinde, onun lüzumsuz olduğu gerçeğiyle yüzleşir. Baba’nın-adı ve imgesel 'baba' üzerinden kurduğu kimlik yerine boşluk üzerinden kendisini kurmaya başlar. Bu yüzleşmeler ve hesaplaşmalar aracılığıyla hem 'ben'in sabitlenemezliği ve değişkenliği, hem de 'baba'nın lüzumsuzluğu sanat pratiği içerisinde şekillenip aktarılabilmiştir. Bu araştırma sonucunda 'ben'in değişken yapısı, kimliğin sabitliği ve fantazisi ile yüzleşilmiştir. Buna göre, kurguyu boşluk üzerinden inşa ederek öznenin 'olan'dan 'olmakta' olana geçebileceği önermesi ortaya konmuştur. İzleyici de bu olguyu sanat pratiği yoluyla deneyimleyebildiği ve sanat eserinin bir parçası olabildiği için bu araştırma artık öznel bir hesaplaşma olmaktan çıkmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bilinç, kuşku, varlık, kendilik, oluş, öteki, arzu, baba, fantazi.